Son günlerde, Orta Doğu’daki gerilimlerin artmasıyla birlikte ABD basınında dikkat çekici bir haber gündeme geldi. Uzmanlar, İsrail ve İran arasındaki çatışmaların yeniden alevlenebileceğine dair dört önemli emareyi vurguluyor. Geçtiğimiz yıllarda süregelen gerilimin yeniden tırmanmasına neden olabilecek bu işaretler, sadece bölgedeki durumu değil, aynı zamanda küresel güvenlik dengelerini de etkileyebilir. Elimizi güçlendiren bu dört emarenin detaylarına birlikte bakalım.
İlk olarak, Suriye’de İran’ın askeri varlığına dair artan bildirimler dikkat çekiyor. Uzmanlar, İran’ın Suriye topraklarında yeni üsler inşa ettiğini ve bu üslerden İsrail’e yönelik tehdit oluşturabileceğini belirtiyor. Geçtiğimiz ay Suriye’nin kuzey bölgelerinde İran destekli milislerin ve askeri teçhizatların hareketliliği, bölgedeki İsrail istihbaratı tarafından yakından izleniyor. İsrail, uzun süredir Suriye’deki İran varlığını hedef alarak hava saldırıları düzenliyordu. Bu yeni gelişme, Tahran’ın bu üsler üzerinden İsrail’e yönelik saldırılar düzenleme olasılığını artırıyor. Bu da, iki ülke arasındaki gerilimin yeniden tırmanmasına neden olabilecek bir faktör olarak öne çıkıyor.
Bir diğer emare ise İran’ın nükleer programındaki ilerleme. Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (IAEA) tarafından yayınlanan raporlar, İran’ın uranyum zenginleştirme faaliyetlerinin hızlandığını ve daha fazla nükleer materyal ürettiğini ortaya koyuyor. Washington, bu durumu endişeyle izlerken, İsrail’in nükleer silahlara sahip bir İran’a kesinlikle izin vermeyeceği biliniyor. Geçtiğimiz günlerde yapılan açıklamalar, Tel Aviv’in gerekirse askeri önlemler alabileceğini işaret ediyor. İki ülke arasındaki artan nükleer gerilim, askeri çatışma ihtimalini güçlendirecek unsurlardan biri olarak duruyor.
Ayrıca, İran’ın nükleer anlaşma konusunda müzakerelerde beklenen ilerleme sağlanamazsa, Tahran’ın kendi nükleer silah programını hızlandırabileceği yönünde endişeler de mevcut. Bu durum, özellikle ABD’nin nükleer silah edinimi konusuna yaklaşımıyla doğrudan ilişkili. Eğer İran, olası bir nükleer silah geliştirme sürecine geçerse bu, Orta Doğu'daki dengenin altüst olmasına ve buna bağlı olarak yeni bir savaşa zemin hazırlayabilir.
ABD ve müttefiklerinin, İran’ın nükleer silah edinme çabalarını engelleme kararlılığı, İsrail için bir fırsat alanı oluşturuyor. Bu tür bir durumda, İran’a yönelik yine askeri seçeneklerin masaya yatırılması gerekecek. İsrail, geçmişte de olduğu gibi, nükleer gelişimlerini durdurmak için İran’a karşı önleyici harekât planları yapma yeteneğine sahip olduğunu gösteriyor. Dolayısıyla bu emare, hem bölgesel hem de uluslararası kamuoyunu tehdit eden önemli bir unsur olarak öne çıkıyor.
Üçüncü bir emare olarak, İsrail ve İran arasındaki diplomatik ilişkilerin giderek kötüleşmesi gösteriliyor. Son aylarda iki ülkenin birbirine karşı yoğun propaganda ve düşmanca söylemleri, çatışmanın alevlenmesine yönelik başka bir sinyal olarak değerlendiriliyor. Özellikle İran’daki yetkililerin, İsrail’e yönelik yaptığı sert açıklamalar ve Tel Aviv’in İran’a tepki verme konusundaki kararlılığı, savaş ihtimalini artıran bir başka faktör. Diplomatik çabaların yetersiz kalması ve tarafların birbirine daha fazla düşmanca tavır alması, bir askeri çatışmaya zemin hazırlayabilir.
Son olarak, bölgesel güç dengeleri ve söz konusu ülkelerin müttefikleri arasındaki ilişkiler de oldukça önem kazanıyor. İran’ın kısmi olarak Rusya ve Çin ile geliştirdiği stratejik ilişkiler, Batı ile olan gerilimi artırırken, İsrail’in Amerika Birleşik Devletleri ile olan bağları her zamankinden daha kritik hale geliyor. ABD’nin Orta Doğu’daki görünümü ve müttefikleriyle olan işbirlikleri, bu çatışmanın dinamiklerini büyük ölçüde etkilemekte. İran’ın, bölgedeki çeşitli paramiliter grupları da kullanarak, İsrail’e karşı bir açılım yaratma çabaları devam ediyor. Bu durum, bölgedeki istikrarı daha da tehdit ediyor.
Öte yandan, İsrail’in bölgedeki Arap ülkeleri ile gerçekleştirdiği normalleşme anlaşmaları, İran tarafında endişeye yol açıyor. Normalleşme süreçleri, İran’ın etkisini azaltabilir. Dolayısıyla, Tahran bu süreçleri baltalamak için çeşitli yöntemler geliştirebilir. Sonuç olarak, muhtemel bir savaşın tetikleyicisi haline gelebilecek birçok dinamik mevcut. Tüm bu emareler, bölgedeki çatışmanın aniden patlak vermesi ihtimalini artırıyor.
Sadece bölgesel güç dengesizlikleri değil, aynı zamanda global güçlerin de bu savaşa dahli, durumu daha karmaşık hale getirebilir. Ortadoğu’nun bir kez daha şiddetin merkezi haline gelmesi, dünya genelinde yankı uyandırabilecek bir mesele olarak öne çıkıyor. ABD, bu durumda nasıl bir tutum alacak? Genel olarak, tüm bu dinamikler göz önünde bulundurulduğunda, başlangıçta endişe verici olan durum, bölgede yeniden bir savaşın patlak verme olasılığının yüksek olduğu gerçeği olarak karşımıza çıkıyor.
ABD basınında yankı bulan bu emareler, sadece Orta Doğu’daki durumun kritik bir aşamanın eşiğine geldiğini vurgulamakla kalmıyor,