Son dönemde uluslararası ilişkilerde en çok dikkat çeken konulardan biri, ABD ile İran arasındaki müzakerelerdir. Tahran’ın nükleer programı ve bölgesel etkisi, Amerika Birleşik Devletleri için önemli bir güvenlik meselesi haline gelmiş durumda. Bu süreçte her iki ülkenin de stratejik hedefleri, müzakerelerin içeriğini belirleyen temel unsurlar arasında yer alıyor. Ancak müzakerelerin nereye varacağı ve sonuçlarının neler olacağı konusu hala belirsizlik taşımaktadır. Bu yazıda ABD-Iran görüşmelerinin detaylarını ve masadaki olası senaryoları ele alacağız.
ABD ve İran arasındaki ilişkiler, 1979 yılında gerçekleşen İran Devrimi'nden sonra ciddi bir sorun haline gelmiştir. O tarihten beri iki ülke arasındaki diplomatik ilişkiler neredeyse tamamen kesilmiştir. 2015 yılına gelindiğinde, İran’ın nükleer programının önünü almak amacıyla yapılan müzakereler sonucunda 'Ortak Kapsamlı Eylem Planı' (JCPOA) imzalandı. Bu anlaşma, İran’ın nükleer faaliyetlerini sınırlaması karşılığında, üzerindeki ekonomik yaptırımların hafifletilmesini öngörüyordu. Ancak 2018'de ABD’nin anlaşmadan tek taraflı olarak çekilmesi, ilişkilerin iyice kötüleşmesine ve İran’ın nükleer programına yeniden hız vermesine yol açtı.
2021 yılında Biden yönetimi göreve geldiğinde, İran ile müzakerelere yeniden başlanacağına dair umutlar arttı. Müzakerelerin yeniden başlaması, hem İran’ın ekonomik durumu hem de bölgedeki güvenlik dinamikleri açısından kritik bir adım olarak değerlendirilmektedir. Ancak taraflar arasında güvenin yeniden tesis edilmesi, oldukça sancılı bir süreç olmuştur. Şu an müzakere masasında neler olduğu ise tüm dünyada merakla takip edilmektedir.
ABD ve İran arasındaki müzakereler, pek çok farklı boyutta yürütülmektedir. Öncelikle, nükleer mesele bu görüşmelerin merkezinde yer almaktadır. İran’ın nükleer programını kısıtlama taahhüdünde bulunması, ABD’nin tekrar anlaşmaya dönmesi için ana koşullardan biridir. Bununla birlikte, İran’ın bölgedeki faaliyetlerine ilişkin endişeler de müzakerelerin önemli konuları arasında yer alıyor. ABD, İran’ın Suriye, Yemen ve Lübnan gibi ülkelerdeki milis gruplara yönelik desteğini kısıtlamasını talep ediyor. Bu durum, müzakerelerde bir çıkmaza neden olabilir; zira İran, bu tür talepleri kısıtlama gerekliliği olarak görmektedir.
Diğer bir önemli konu ise ekonomik yaptırımlardır. İran, ağır ekonomik yaptırımlar nedeniyle büyük bir ekonomik sıkıntı yaşamaktadır ve bu durum, müzakerelerde elini zayıflatmaktadır. ABD ise, İran’a yaptırımları gevşetmeyi ancak nükleer teknoloji üzerindeki denetimlerin artırılması durumunda düşünebileceğini belirtiyor. Bu nedenle iki taraf arasında bir pazarlık süreci söz konusu. Hem nükleer hem de ekonomik konuların etkileşimli bir şekilde ele alınması, müzakerelerin seyrini belirleyecek faktörler arasında yer almaktadır.
Son olarak, müzakerelerin geleceğine dair belirsizlik sürerken, tarafların birbirlerine duyduğu güven eksikliği, sürecin en büyük engellerinden biri olmaya devam ediyor. ABD’nin geçmişteki tutumları ve İran’ın misilleme kapasitesi, müzakerelerin zor bir zeminde yürütülmesine sebep olmaktadır. Bu noktada, uluslararası toplumun rolü de önem kazanmaktadır. Avrupa Birliği ve diğer güçlerin müzakerelere katkıda bulunma çabaları, tarafların uzlaşması için bir zemin yaratabilir. Ancak nihai sonucun ne olacağı, önümüzdeki dönemde nükleer müzakerelerden çıkacak sonuçlarla doğrudan bağlantılıdır.
Sonuç olarak, ABD ve İran arasındaki görüşmeler, iki ülkenin de ulusal çıkarları doğrultusunda şekilleniyor. Müzakere masasında zengin bir yelpaze sunan çeşitli konular, uluslararası güvenlik, ekonomi ve bölgesel istikrar açısından büyük öneme sahip. Görüşmelerin devam etmesi ve tarafların uzlaşma sağlama kabiliyeti, ilerleyen günlerde dünya gündeminin merkezinde kalacak.